“Bu haftaki blog yazımızı Psikolog Tolga Erdoğan’la yaptığımız röportaja ayırdık. Tolga, Anlatan Öğretmen Uluslararası Sertifika Programı’nın eğitmenlerinden biri. Seiba’nın on aylık Anlatan Öğretmen Programı, eğitim verdiği sınıflarda Hikaye Anlatıcılığı’nın gücünden yararlanmak isteyen her branştan öğretmene açık bir program. İlk mezunlarını geçtiğimiz Haziran ayında verdiğimiz programın ikincisini gerçekleştiriyoruz.

Tolga program kapsamında “Çocuklarda Gelişim Dönemleri ve Bunlara Uygun Masal Seçimleri” eğitimini veriyor. Masallar, hikayeler, oyunlar, çocukluk, yetişkinlik kavramlarının bir psikoloğun bakış açısıyla nasıl göründüğünü merak ediyorsanız bu yazıda bulabileceğiniz çok şey olduğunu düşünüyoruz. İyi okumalar!”

Seni tanıyabilir miyiz?

2001 yılında Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldum. On altı yıldır bu alanda çalışıyorum. Son on yılım ise yoğunlukla çocuk, ergen ve yetişkin terapisti olarak danışanlarımla yaptığım birebir seanslarımla geçti. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarına gönüllü ya da profesyonel olarak destek veriyorum. İstanbulimpro Doğaçlama Grubu’yla “Bir Zamanlar…” isimli doğaçlama gösteri formatını yurt içi ve yurt dışı festivallerinde sahneliyoruz. Ayrıca eğitimler veriyorum.

Çocukluğumdan beri ilgilendiğim mitoloji, son on yıldır mesleğimde de yararlandığım özel ilgi alanlarımdan biri. On yıl önce katıldığım bir eğitimde öğrendiğim bir hikaye kurma tekniği, mitoloji ve mesleğim arasında bağ kurmamı sağladı. Altı Parçalı Hikaye adında güzel ve basit, masal ya da hikaye oluşturma tekniği vardır. Bu teknik beni çok etkiledi. Ardından hikaye ve masal teknikleriyle ilgili Asena Yurtsever’den aldığım bir eğitim ufkumu açtı, seanslarımda ve eğitimlerimde bu tekniklerden yararlanmaya başladım.

Altı Parçalı Hikaye çalışmasında, altı adımdan oluşan çok basit görevler var ve bu görevleri tamamladığında kendi hikayeni ya da masalını kurabiliyorsun. Kurduğun hikaye, yani kendi hikayen, senin hakkında pek çok şey söylüyor. O sırada takıldığın durum her neyse; kendini güçlü ya da zayıf gördüğün veyahut korktuğun, heyecanlandığın şeyler her neyse, onları bu hikayeler aracılığıyla anlatıyorsun. Sembolik bir dil kullandığın ve başka bir kahraman üzerinden anlattığın için daha rahat hissediyorsun. Dolaylı olarak anlatmak kolay bir şekilde ilerlemeyi sağlıyor. Kendimizle ilgili doğrudan bilgi vermek biz insanlar için tedirgin edici bir şey, özellikle de yaralı olduğumuz durumlarda. Ben de özellikle yaralarımıza, geçmiş travmalarımızı odaklanarak çalışmalarımı sürdürüyorum.

Seanslarda, eğitimlerde ve zaman zaman arkadaşlarımla hikaye ve masal tekniklerini kullandıkça aslında ne kadar sağlam ve aynı zamanda esnek bir yapıya sahip olduklarını görmeye başladım. Bir gün genellikle seanslarda kullandığım resimli kartlarla oynarken yeni bir hikaye çemberi ortaya çıkıverdi. Bu çemberin oluşmasında Altı Parçalı Hikaye Tekniği’nin etkisi çok büyük. Ama aslında hepsi Joseph Campbell’in 17 adımdan oluşan mitolojik döngüsünden ortaya çıkıyor. Daha sonra sevgili dostum Koray Tarhan’la birlikte bu yeni çember üzerinde çalışmaya devam ettik. Adını da “Bir Zamanlar…” koyduk ama bence hala kendi özgün ismini bulabilmiş değil. 9 ya da 10 basit adım var ve bu adımlar tamamlandığında kendi hikaye ya da masalınız ortaya çıkıyor. İstanbulimpro’nun “Bir zamanlar…” ve “Bir Zamanlar Kadın” adlı doğaçlama performanslarında bu çember kullanılıyor. Herhangi bir seyircinin ya da tüm seyircinin katkısıyla an içinde ortaya bir hikaye çıkıyor. Oyuncular da sahnede bu hikayeyi kendi yorumları içinde sahneliyor. Özgün bir format ve yaklaşık 5-6 senedir sahneleniyor. Performanslar sırasında çıkan o kadar çok hikaye oldu ki artık, toplumun belli bir kesiminin temel meselesinin neler olduğunu bu hikayelere bakarak görebildiğimizi düşünüyoruz. Ayrıca uluslararası pek çok festivalde sahnelendiği için bizden çıkan hikayelerle başka kültürlerde çıkan hikayeleri de karşılaştırma şansımız oluyor. Gördüğümüz farklar gerçekten şaşırtıcı.

Seiba ile yolunuz nasıl kesişti?

Seiba’yı ilk kurulduğu dönemden beri takip ediyorum. Hatta o sıralarda Nazlı ve Senem’le bir araya gelip, birlikte neler yapabiliriz diye düşünmüştük. Kısa süre sonra Komşu Kapısı’nda farklı alanlardan profesyonelleri bir araya getirip, masalları kendi alanlarında nasıl kullandıklarını anlattıkları etkinlikler düzenlediler, gerçekten çok güzeldi. Bu etkinlikler kapsamında ben de üç saatlik bir seminer verdim. Ardından Anlatan Öğretmen Programı’nda psikoloji ve çocuk gelişim dönemleriyle ilgili bölümü anlatmak ister miyim, diye sordular. Çok severek yaptığım bir iş olduğu için kabul ettim. Anlatan Öğretmen Programı’nın ilk ve ikinci gruplarında eğitim verdim.

Peki, Anlatan Öğretmen Programı içerisinde senin eğitiminin yer alması hakkında ne düşünüyorsun?

Böyle bir eğitim içerisinde psikoloji başlığının yer almasını çok kıymetli buluyorum. Türkiye’de psikoloji alanındaki gelişim tuhaf bir şekilde 1999’da gerçekleşen depremle birlikte oldu. Bu deprem sonrasında dünyanın pek çok yerinden üstat diyebileceğimiz bir sürü insan destek olmak için alana geldi ve Türkiye’de psikoloji eğitimi almış çok fazla insan orada, onlarla buluştu. Doğrudan alana geldiler ve bize işin nasıl yapıldığını gösterdiler. Orada çok değerli insanlar yetişti ve o eğitimleri alanlar bizim ilk hocalarımız oldular. Üniversiteyi okuduğum 1996-2001 arasındaki dönemde dışarıda çok sınırlı sayıda eğitime ulaşabiliyorduk, haliyle kendimizi geliştirebileceğimiz farklı eğitimleri takip edemiyorduk. Bu dönem ardından psikolojiyle ilgili eğitimler açılmaya başladı. Eğitimler açıldıktan sonra bizim mesleki olarak yurt dışı ile temasımız oluştu, kendimizi geliştirmek için daha fazla imkanımız vardı artık.

Aynı bizim o dönemde yaşadığımız gibi, Anlatan Öğretmen Programı’nın katkısının da eğitim alanında çalışan arkadaşlarımın kendilerini geliştirmeleri açısından önemli olduğunu düşünüyorum çünkü bu alanda beslenebilecekleri eğitimler neredeyse yok gibiydi. Son dönemde bu alanda da çok değerli eğitim çalışmaları yapılıyor neyse ki. Programa katılan eğitimciler, yurt içi ve yurt dışından pek çok eğitmenle karşılaşıyorlar. Bu eğitmenler deneyimlerini, kendi kullandıkları teknikleri paylaşıyorlar. Bir öğretmen olarak yetişmek üzere aldığın eğitim dışında farklı pencereler olduğunu görebiliyorsun. İşinin içine katabileceğin farklı araçlara sahip oluyorsun. Sınıfta verdiğin eğitimde hikayelerden, masallardan yararlanabiliyorsun. Çocukların kendilerini ifade edebilmeleri için yeni bir alan açabiliyorsun.

Önemsediğim diğer konu ise, benzer dertleri paylaşan insanları bir araya getirmesi. Bunları küçük çekirdekler olarak görüyorum; birleşecekler ve yeni çekirdekler oluşturacaklar. Yanlış hatırlamıyorsam ilk Anlatan Öğretmen eğitiminde on dört kişilik bir grup vardı. Bu insanların neredeyse hiçbiri birbirini daha önce hiç görmemişlerdi. Hem arkadaşlık kurdular hem de dayanışma içerisine girdiler; iki, üç kişilik gruplar oluşturup birlikte iş yapmaya, iş üretmeye başladılar. Güçlü hissetmeye ve daha çabuk harekete geçebilir hale geldiler. Eğitmen olarak benden alacakları şeyden çok birbirlerinden alacaklarıyla ilgileniyorum. Onların bir araya gelme halleri ve Seiba’nın bunun için bir çatı olması benim için daha önemli, sanırım en çok bu kısmını seviyorum. Ayrıca bu eğitimlere katılan arkadaşlar deneyimlerini artırdıkça kendi yollarını oluşturacak ve yeni ve zengin mesleki eğitimler, atölyeler açacaklar. Bunu da çok önemsiyorum. Türkiye’de psikolojinin son dönemdeki gelişimine baktığımızda olası sonuçları öngörmek mümkün.

Anlatan Öğretmen Programı içerisinde verdiğin eğitimlerden aklında kalan, özellikle paylaşmak istediğim bir an, bir şey var mı?

Benim eğitimlerimde insanlar kendi hikayelerini, kendi masallarını oluşturuyorlar. Dolayısıyla kendi içlerine bakıyorlar. “Ben de şu an ne var?” sorusunun cevabı dolaylı bir şey üzerinden ortaya çıkıyor. Karşılaştığım insanlar kendilerini ifade etme konusunda çok cesur ve çok açıklar. Çok da tanımadığınız bir grubun içerisinde, özellikle bir psikoloğun karşısında bunu yapabilmek çok önemli. Psikologların baktıkları insanların içlerini görebildiklerine dair bir inanç var, oysa böyle değil, görmüyoruz. Ama anlattıkları hikayeler aracılığıyla tabii ki bir şeyler anlıyoruz. Onlar da bu riski göze alıyorlar. Bu bir tür çıplak kalma halidir ve cesaret ister. İşte bu, beni çok etkiliyor. Çok güzel masallar ve hikayeler uyduruyorlar, eğitim eğlenceli geçiyor, eğlenmek de çok önemli bir şey. Kadınlar bu tür çalışmalara çok açık oluyorlar, bu da etkiliyor beni. Geçen sene on dört kadın vardı, bu sene yirmi kadın var. Erkek katılımcıların olmaması da erkeklerle ilgili çok şey söylüyor.

Neler söylüyor?

Kendimizi açma konusunda kadınlardan çok daha gerideyiz. Kendimizle ilgili açık vermekten çok korkuyoruz. Duygularımızı kapatarak büyümeye programlanıyoruz. Çevreden gelen “Ağlama, güçlü ol!” gibi uyarılar çocuğun kendi duygularıyla bağını koparmasına yol açıyor. Dışarıdan bakıldığında çok sağlam görünürsünüz ama içeride biriktirirsiniz, biriktirirsiniz. Bu bir yanılsamadır ve öfke kontrolü problemleri ya da başka şeyler doğar. Kadınlar daha çok dış dünyanın tehlikeli olduğunu düşünüp içe yönelme, erkeklerse iç dünyanın daha tehlikeli olduğunu düşünüp dışa yönelme eğilimindeler. Bu Arno Gruen’in bir kitabından. İçimizdeki Yabancıya da Kendine İhanet olabilir. Tam olarak hatırlayamıyorum. Lakin söylediği şeyin doğruluğuna inanıyorum.

Katılımcıların geri bildirimleri nasıl oluyor eğitiminden sonra?

Genellikle olumlu şeyler duyuyorum, bu geri bildirimler benim için kıymetli olmakla birlikte kriter olarak aldığım bunlar olmuyor. “Nasıl hissediyorsunuz?” sorusuna, duygusal ve fiziksel olarak oldukça yoğun geçen iki günün sonunda cevap vermeleri; kendilerini ve aldıkları eğitimi iki günün yoğunluğuyla değerlendirmeleri güzel. Ama ben daha çok eğitim bitip, ortam sakinleşip, eğitimden aldıkları demlendikten sonra edindikleri o yeni bilgileri kullanarak neler yaptıklarına bakıyorum. Çok şahane işler yapıyorlar, işte bu benim için iyi bir geri bildirim. Pek çoğuyla yakın temas halindeyim, içlerinden bazıları yakın arkadaşlarım artık. Eğitimin başından itibaren eğitmen ve öğrenci kimliklerini kurmamaya, bir eğitmen olarak pozisyon almamaya özen gösteriyorum. Çünkü ben eğitime katılan insanlardan öyle çok şey öğreniyorum ve besleniyorum ki; eğitime katılan ben miyim, onlar mı, bu muğlak bir çizgi. Öyle güzel sorular geliyor ki mesela, çok mutlu oluyorum, almayı en çok sevdiğim hediye sorulardır.

Masallar senin için ne ifade ediyor?

Verdiğim eğitimlerde katılımcılar psikoloji alanında kendilerini geliştirmek için ne gibi kaynaklar okuyabileceklerini soruyorlar. Ben bu sorunun cevabını bilmiyorum, bu konuda herkes kendi yolunu belirliyor. Kendi hikayemden yola çıkarak verdiğim cevap ise, “Elbette teorik, kuramsal kitaplar da okuyorum ama benim asıl besin kaynağım masallar, efsaneler, romanlar ve genel olarak mitoloji” oluyor. Bu besin kaynaklarından dünyayla ilgili, kainatla ilgili birçok bilgi edinebilirim. Yani Yüzüklerin Efendisi’nde Frodo’nun yüzüğü taşıması hikayesinin en az teorik okumalardan edineceğimiz bilgiler kadar öğretici olduğunu düşünüyorum. Kendi karanlık tarafıyla karşılaşan bir karakterden bahsediyoruz bu hikayeyle. Bunu Tolkien gibi bir dâhiden, bin sayfalık bir eser olarak okuyoruz. Bu kitap benim için bir psikoloji kitabı işte.

Sence masalların çocuk gelişimini açısından önemi nedir?

 Masallar bize konfor alanından çıkan karakterlerin yolculuklarını, serüvenlerini anlatır. Kırmızı Başlıklı Kız annesinin sözünü dinleyip ormana girmek yerine bilindik yoldan gitse ve ninesinin karnını güzelce doyurup dönse böyle bir masal olur muydu? Bu kırmızı başlık giymiş bir kızla ilgili bilgi notu gibi bir şey. Tabii ki bu masalı bir kural ihlali olduğu, içinde ne olduğu bilinmeyen ormana girildiği ve sonra olanlar olduğu için okuyoruz. Masal kahramanları alışık oldukları, bildikleri yollardan bir şekilde çıkarlar ve biz bu tür hikayeler dinlemeye bayılırız. Çünkü belirsizlik içinde iyiyle ve kötüyle karşılaşma ihtimali her zaman heyecan vericidir. Ormanda karşımıza ne çıkacak, bir kurt mu yoksa bir orman perisi mi? Bu kadar basit bir soru bile merak unsurunu kimi zaman tetiklemeye yetebilir.

Konuya dönecek olursak, büyümek bir çocuk için sürekli bir konfor alanından çıkma halini beraberinde getirir. Dünya her şeyiyle akıl almaz bir değişim içindedir çünkü çocuğun kendisi değişmektedir ve elbette dünya da bu konuda boş durmamaktadır. Bu da onu sürekli alışmaya başladığı bir durumdan çıkıp başka bir duruma adapte olmaya zorlar. Çocuk büyürken hiçbir konfor alanında uzun süre kalamaz. Hep bir dönüşüm içinde olmak zorundadır. Belki çocukluk bu nedenlerle de hem çok eğlenceli hem de zorluklarla dolu hatırladığımız bir dönemdir. İşte masal kahramanları da sürekli bir karşılaşma, sınanma, uzaklaşma, yakınlaşma hali içinde oradan oraya gezip dururlar. Türlü eşiklerle, kapılarla, kapı koruyucularıyla, canavarlarla, müttefiklerle, tuzakçılarla, yoklukla, zenginlikle, büyük güçler veya çaresizliklerle karşılaşıp dururlar. Bunlar tüm hikayelerde ve masallarda mevcuttur ve çocuklar da, yetişkinler de buradan kendilerine alacak bir sürü şey bulabilirler. Tüm bunları görmesek bile masallar şaşırtıcıdır ve çocuklar şaşırmaya gerçekten bayılır. Gerçek hayatın sembolik bir simülasyonu gibi o diyardan o diyara dolaşıp dururlar. Bu, bir çocuğu yetişkin kurallarının hüküm sürdüğü bir gezegende yaşamaya hazırlamak için en iyi yöntemlerden biridir bence. Zira Joseph Campbell’in de belirttiği gibi ilk canavarlarımız aslında anne ve babalarımızdan başkası değil. Bir çocuk için bir yetişkin “dev” gibi görünüyorsa eğer, bu dev çok sevimli tatlı ve besleyici olabileceği gibi çok hoyrat, yıkıcı ve kısıtlayıcı da olabilir öyle değil mi?

Sonuç olarak gerçek yaşam -bu her ne demekse- masallardakiyle aynı döngüye sahiptir. Masallar da yaşamla aynı şekilde.

Evden çıkıp ekmek almaya gideceğinizi düşünün. Evin kapısından dışarı çıkacaksınız, merdivenden inecek ya da asansöre bineceksiniz, binadan dışarı atacaksınız kendinizi ya da bahçe kapısından diyelim. Sonra yürüyecek ve yolun karşısına geçeceksiniz. Ardından ekmek fırınına girip istediğiniz şeyi söyleyecek, ederini ödeyecek, ekmeği alıp aynı yolculuğu yaparak evinize döneceksiniz. Sonra da afiyetle yiyeceksiniz. Aynı yolculuğu bir de şöyle yapalım, evden çıkıp fırına gidip ekmek alacaksınız ama kilitli olan kapıyı açacak anahtarı bulmanız gerekiyor öncelikle. Anahtarın olduğu kutuyu buluyorsunuz ama açmak için önce üzerindeki bilmeceyi, yani şifreyi çözmelisiniz. Bilmeceyi çözüp şifreyi kırıyorsunuz ve kutuyu açıyorsunuz. Anahtar artık elinizde. Kapıyı açıyorsunuz ama merdivenlerin yerini sarmaşıklar almış. Sarmaşıktan salınıp aşağıya inebilirsiniz ama sarmaşıklar bulutlara doğru yükseliyor ve neden yukarı çıkmayı denemeyesiniz ki? Denemiyorsunuz çünkü o ekmeği alıp geri getirmeniz gereken bir zaman dilimi var. Ekmeği o vakte kadar getirmezseniz belki de cadı sizi cezalandıracak ya da büyücü bir şeye dönüştürecek ya da o ekmek belki de hayatınızdaki en kıymetli insanı iyileştirecek şifayı içinde taşıyor ve zaman kısıtlı. Her neyse, sarmaşıktan aşağı iniyorsunuz. Kapıda bir köpek var ve siz hep köpeklerden biraz korkmuş birisiniz. Kapının önünde uyuyor. Üzerinden sessizce süzülmek mi yoksa onun yiyebileceği bir şey bulup hedefinizden uzaklaştırmak mı? Denediniz olmadı ama artık bir fikriniz var. Başka bir yol denediniz ve yine olmadı ama meseleyi çözdünüz. Köpekten kurtuldunuz ve kapıdan çıktınız. Artık ekmek fırınına gidebilirsiniz ama önce nehrin üzerinden geçmelisiniz. Belki bir balık yardım eder size, belki bir kayık vardır ya da asma köprü. Ya da yüzmeye cesaret eder başka bir şey yaşarsınız kim bilir? Nehrin öteki yakasındasınız ve ekmek yapan ihtiyar kadının dükkanı tam karşıda. Lakin siz artık herhangi bir ekmek aramıyorsunuz. İçinde şifa barındıran ekmek var mıdır? İçeri giriyorsunuz ve yaşlı kadından istediğiniz şeyi söylüyorsunuz. Kadın belki altın ister, belki çözülecek bir bilmece verir ya da o ekmeği yapması için eksik olan bir bitkiyi bulmanızı ister ki, bu yeni bir macera demektir. Uzatmayalım ekmeği aldınız, evinize döndünüz ve şifayı sundunuz. Aslında yaptığınız şey sadece evden çıkıp ekmek alıp geri dönmek. Ama bir ekmek alma hikayesi yüzlerce farklı biçimde anlatılabilir ve çoğunda aynı döngü işler. Çocuklar bu döngüyü içsel olarak bilir ve bunu ifade eden serüvenleri dinlemeyi, izlemeyi, okumayı sever. Oranın kendisini besleyen en temel kaynaklardan biri olduğunun içsel olarak farkındadır.

Psikoloji alanından olmayan insanlar da senin eğitimlerine katılabiliyor mu? Herkese açık eğitimlerin var mı?

Tabii, böyle eğitimlerim de var. BATE Birey ve Aile Enstitüsü’nde arkadaşım Aytül Sarpel’le ortak verdiğim eğitimler var mesela. Bu eğitimlere psikoloji alanından gelmeyen insanlar da katılabiliyor. Ayrıca Başka Bir Okul Mümkün’ün Öğretmen Köyü’nde eğitimler veriyorum. Bunun dışında da farklı kişiler ya da kurumlarla yaptığım eğitim çalışmaları oluyor.

Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

Var, ben ciddi bir şekilde kandırıldığımızı düşünüyorum. Oyun ve masalların çocuklar için olduğunu söyleyen o sevimsiz dış ses… O sesin söyledikleri doğru değil. Oyunlar da, masallar ve hikayeler de biz ölene kadar devam edecek, hep hayatımızda olacak. Oyunlar, masallar yetişkin, çocuk herkesi besliyor. Bunlardan vazgeçen insanların ise mutsuz olduğunu görüyorum. Oyun oynamayı bırakmanın yaşlanmak anlamına geldiğini düşünüyorum. Olumsuz anlamda bir yaşlanmadan ya da yaşın ilerlemesinden söz etmiyorum. Zihinsel ve duygusal bir kapanmadan bahsediyorum. Tabii, masalların, oyunların çocukça şeyler olduğu toplumsal olarak içimize kodlanıyor. Ben mesleğimle alakalı olduğu için ve her şeyden öte çok sevdiğim için çocuk kitapları ve masal kitapları okuyorum ve kimse bu konuda beni eleştirmiyor. Ama farklı bir meslekten olsaydım o zaman başka türlü davranılabilirdi. Bizi aldatmaya çalışan bu sese kulak asmayalım isterim.